Düşünülmeyeni düşünmek, yapılamayanı yapabilmek – 4

HABER MERKEZİ – Kürdistan’da özgürlük kavgasına iyi niyet ve temiz duygularla adım atıldığı tartışma götürmez bir gerçektir. Niyeti kötü, duyguları çarpık ve karakteri sorunlu olan bir kişinin tarihi misyon üstlenmesi imkansızdır. Kavga meydanına adım atması, burada tutunması ve yürümesi düşünülemez. Fakat iyi niyet ve temiz duyuların tek başına köklü sorunları çözmeye yetmediğini tarih ve güncel fazlasıyla kanıtlamıştır. Bunlar bir başlangıcın, istemin ve tercihin ifadesi olabilirler. Bu irade beyanı, istem ve tercih ancak büyük bir düşünce gücü, yapma iradesi ve yaşam temsiliyeti ile buluştuğunda militanlık kimliğine dönüşüp- değişim gücü haline gelebilmektedir. Bu nedenle tarihin akışına etki etmek ve değişim gücü haline gelebilmek için iyi niyetli olmak, temiz duygular taşımak kadar, her koşulda düşünülmeyeni düşünmek, söylenmeyeni söylemek ve yapılmayanı yapabilmeyi de gerektirmektedir. Birey ya da topluluk ancak bu durumu ile değişimin öznesi haline gelebilmektedir. Aksi taktirde bir yerde düşünce, devletli sistem tarafında binlerce iletişim aracı ile maniple edilmişse, söylenen sözler geleneksel toplumdan, anne-babada öğrenilenlerin dışına çıkmıyorsa, hep geçmişte-güncelde yaşanmışlıkları tarif ediyorsa, yakınma, acizlik ve tepkilerin dışa vurumundan ibaretse, geleceğe-umuda dair değilse ve yaşam-eylem sadece eskinin tekrarından, yeniden-yeniden yaşanmasında oluşuyorsa orda nasıl yeni kuram, kurum, kural ve kurucu kadro diyalektiğinden bahsedilebilinir.

Oysa büyük idealleri olan insanların, sınırsız uğraşları ile anlam kazanan devrimci düşünce-yaşam ve mücadele onu yok etmek isteyenlerin bile gıpta ile baktıkları bir nitelikte olmak zorundadır. Devrimciler ütopyasında, düşüncelerinden, eyleminde taviz vererek, var olana benzeşerek, toplumsal gerilikleri kutsayarak değişim gücü haline gelemezler. En fazla sosyal demokrasinin kademeli iyileşme teorisi pratikleştirebilirler. Bir yerde devrimci red etiği ve yıkmak için mücadele etiği sistemi, yaşamı, ilişkileri kendisi yaşamaya başlarsa, kendi içinde inşa ederse devrimcilik sadece bir etikete ve demagojik söyleme dönüşür. Devrimciliğin olmazsa-olmazı teori-pratik diyalektiği, söz eylem uyumu ve her şeyin sigortası çelikten disiplinli örgüttür. Bunları sürekli kılan ve kalıcılaştıran devrimci düşünce, eylem ve hayatın sürekli bir sorgulamaya-muhasebeye dayanmasıdır.   Toplumsal hayatın her alanında olduğu gibi devrimcilikte de başarı-başarısızlıklar asla tesadüfle açıklanamaz. Süreklileşen değişim, muhasebe ve bunun sigortasını oluşturduğu çelikten disiplinli örgüt başarıyı getirirken, boşluklar, aşılmalar, kendini yenilememeler ve tekrarlar ise başarısızlık, kayıp ve felaketlere davetiyedir. Başarı ya da başarısızlıklar hiçbir zaman tek bir nedene indirgemez. Her gelişmede birincil ve tali nedenler sonucu belirler. Bu konuda sorunların sebebini dışarda aramak beyhude bir çabadır. Gelişmelerde başat olan iç dinamikler olduğu gibi, sorun ve çözümlerde içseldir. Dışsal etkenlerle çözüm beklenmek insanı nesneleştirmektir. Kuramdan yoksun kurumsallaşma, kuralları oluşmamış kurumlar ve düşünce-duygu, eylem -yaşamı ile eskiyi yaşayan kadro asla değişim gücü olamaz. Ancak geleneksel toplumun ürettiği sorunlar içinde debelenen, sürüklenen ve kendi-kendini boğuntuya getirebilirler.

Mevcut durumda Kürdisatan’lı devrimcilerin, sömürgeciliği ve onun faşizan saldırılarını geriletip, hamlesel bir çıkış yapması için koşullar fazlasıyla vardır. Ulusal ve ulusal arası koşullar başarmak için her zamankinden uygundur. Fakat tarihsel süreç boyunca tüm devrimlerde boy veren sorunlar bir biçimde Kürdistan devrimine de yansımakta ve hamlesel çıkışları engellenemktedir. Her devrim kendi koşulları içinde düşünce, söz ve eylem birlikteliği ile eskiyi yıkmada yaratıcılık, üretkenlik göstermiştir. Fakat aynı özelliklerini yeniyi inşada sergileyememişlerdir. Kürdisatan’lı devrimciler de devasa ve kaskatı sömürgeci sistemi yıkmak için düşünce, söz, eylem ve fedakarlıkta sınır tanımamışlardır. Bu özellikleri ile sistemi işlemez hale getirmişlerdir. Fakat aynı yaratıcılık, sabır ve irade yeniyi inşa etmede eksik kalmaktadır. Bu durum ise yanlışlara, yalpalanmalara ve tekrarlara neden olmaktadır. Her tekrar duygu, düşünce, inanç ve yaşamın kemirgenidir. Olmaz teorisinin üzerinde boy verdiği ya da vereceği zemindir.

Sömürgeci uygulamaların düşünce, ifade ve örgütlenmeye dair her şeyi tahrip etiği, ülkeyi boydan-boya bir kışlaya dönüştürdüğü ve bir kalpazanın, hırsızın hükümdar olduğu bir yerde, özgürlük isteyenlerin tali çelişkileri ön plana çıkarma, bunlarla enerji tüketme, yakınma, başarısızlıklarla gündeme gelme ve zaman kaybetme lüksü yoktur. Çünkü sömürgecilik, kapitalist sistemin en vahşi uygulaması olarak, tarih sahnesine çıktığından bu yana kıtaların fethi, ülkelerin talanı ve milyonlarca insanın köleleştirilmesi ile vücut bulmuştur. Geçen zaman diliminde bu uygulamaya zihinlerin fethi ve yüreklerin, bedenlerin tahakküm altına alınmasını eklenmiştir. Akan zaman ve dönen devrana, renk ve makyaj değişimine rağmen sömürgeciliğin kötülük üreten bu karakteri değişmemiştir. Güncelde de sömürgeci cellatlar umutların yok edilmesinde ve şehirlerin enkazından kendilerine gelecek inşa etmeye çalışıyorlar. İnsanlığın gözüne bakarak, utanmadan-sıkılmadan yeni soykırımları nihayete erdirmek istiyorlar. Bu amaçla üniformalarını kasap önlüğüne dönüştüren orduları ile direnişleri kırmak, özgürlük için çarpan her yüreği öldürmek, düşünen her akılı yok etmek, konuşan her dili susturmak, hayır diyen her iradeyi kırarak kentlerin yıkıntıları-direnenlerin bedenleri üzerinde zenginliklerine-zenginlik katmak istiyorlar. Bu uğurda Sur, Cizre, Şırnak, Nusaybin, Serekani, Afrin ve onlarca yerleşim alanının caddelerini, sokaklarını, enkaz halindeki duvarlarını kana boyadılar. Buralardaki enkaz yığınları üzerinde göğe yükselen kâşif sisle, halkın ve savaşçıların kavrulmuş bedenlerini, orta yere saçılmış saç lülelerini, yanık deri ve beyin parçalarını gizlemek istediler. Bu tablo karşısında sömürgecilerden nefret etmek, onlara karşı her yol ve araçla savaşmak bir tercih değil, insanlık ve onur borcudur. Cizre, Afrin, Serekani ‘de tüm dünyanın gözleri önünde yapılanlara karşı, Mazlum halkın her evladının, Mazlum Doğan, Kemal Pir, Bawer Agır gibi gecenin zifiri karanlığını yırtan bir yıldız misali parıldaması, düşünce, söz ve eylemleri ile tarihe yön vermesi insan olmanın gereğidir. En zor koşullarda, hiçbir imkânın olmadığı anda bile sömürgecilerin kan-kıyım ve talana dayanan alçaklık şölenlerini hüsrana uğratmak, uçuruma doğru gidişleri hızlandıkça zafere gittiklerini düşünen cellatları hak etikleri tarihin çöp sepetine göndermek düşülmeyeni düşünen, söylenmeyeni söyleyen ve yapılmayanı yapan militanlığın olmazsa-olmazıdır.

Şimdi bölgesel düzeyde alt-üst oluşların olduğu kritik bir zamandayız. Eğer özgürlük yolundaki öfke ve cesaretin sonsuzluğu kadar, yeniyi inşa iradesi ve sabrıda sınırsız olursa, eğer akıl ile inanç birleştirilir, sabırlı davranılırsa, eğer çelikten irade korunur ve her kes üzerine düşen rolü oynarsa, kimse Kürdistanlı devrimcilerin özgürlük yürüyüşünün önünde duramaz. Bu nedenle şimdi her zamankinden daha fazla doğru, gerçekçi ve süreklileşen bir biçimde kuram, kurum, kural ve kadro diyalektiğini kurmaya ihtiyaç vardır. Bunun anahtarı ise düşüncenin, duyguların yenilenmesi, bu yenilenmenin en güçlü biçimde örgütlülüğe, eyleme, yaşama, ilişkilere yansıtılmasıdır. Bu yapıldığı oranda mazlum halkın cesur her çocuğu yılmaz bir militana ve tarihe yön veren akıl-iradeye dönüşecektir.