ANALİZ – Türk Lirası son iki yıldır bitkisel yaşamda

MERKEZİ HABERLER – 7 Ağustos’ta 7,36’dan işlem gören Türk Lirası, ABD doları karşısında bugüne kadar ki en zayıf seviyesini gördü ve yıl başından bu yana değerinin yaklaşık %20’sini kaybetti. Ancak bu durum yeni değil. Türk Lirası son iki yıldır bitkisel yaşamda ve Erdoğan’ın pahalı Osmanlı maceralarının ardından geriye kalan yorgun bir ekonomi var.

Şu anda küresel ekonomi, Covid-19 salgını ve muhtemelen asla bilemeyeceğimiz diğer birçok iç faktör nedeniyle zor durumda. Türkiye özellikle zor bir durumda çünkü ilk olarak;  Erdoğan devlet bankasının rezervlerini boşalttı ve ikinci olarak, Trump’ın salgını ele alışından etkilenmeyen yatırımcılar tarafından dolar %9 düştü.

Hastalığın kendisi ise farklı bir konu. Sağlık sektörünün sınırları zorlanıyor ve hergün bir iş kazasında hayatını kaybeden işciler işsiz. OECD’nin bu yıl %60 oranında küçüleceğini tahmin ettiği uluslararası turizmin Türkiye gibileri için mali sonuçları belirleyici olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Krizin ilk dört haftasında, son dört yılda gelişmekte olan ülkelerin tahvillerine yapılan yatırımların üçte biri satıldı. Bu, 2007-09 mali krizinin dört katı sermaye çıkışıydı. Yerli yatırımları ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi finanse etmek için bu sermayeye güvenen ülkeler için felaket anlamına geldi. Yaptıklarından daha fazlasını harcadıkları (veya ihraç ettiklerinden daha fazlasını ithal ettikleri) için sürekli açık veren ülkeler, yıl sonuna kadar geçim sıkıntısı çekiyor.

Özellikle Türkiye gibi sürekli cari açık veren, yani ihraç ettiklerinden daha fazlasını ithal eden ülkeler için, bu dış finansmanın kuruması krizin güçlü bir işaretidir (bir ülkenin artık ithalat için ödeme yapamaması). Burası ülke ekonomisini ayakta tutan yatırımcının güvenini yitirmeye başladığı ve yerel para biriminin borçlarını karşılayamadığı veya temel ithalatı ödeyemediği için çökmesine neden olduğu yerdir. Türkiye bu ülkelerden biridir.

Kırılgan Beşli

The New York Times’ın paylaştığı bir makaleye göre Türkiye, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika ve Endonezyadan oluşan “kırılgan beşli” olarak sınıflandırılan grup son yıllarda gelişmekte olan en riskli pazarlar arasında görülüyor. Türkiye, büyük cari açıklar vererek yerini almıştır ve sürekli iyileştirmeler olmasına rağmen, büyümenin motoru olarak sürekli olarak dış finansmana (diğer ülkelerin ve yatırımcıların parasına) güvenmektedir.

Türkiye, güçlü sermaye girişlerini çekerek uzun zamandır ayakta kaldı ve bu da ekonomik büyümeyi teşvik eden güçlü kredi genişlemesine yol açtı – ancak bu krediler geri ödenirse.

Seçimler

Türkiye, 2014 yılından bu yana 2016 dışında her yıl en az bir seçim yaptı. 2014’te yerel seçimler, 2015’te iki genel seçim, 2017’de hükümet sistemi ile ilgili referandum, 2018’de genel ve parlamento seçimleri ve 2019’da yerel seçimler oldu. Bu, yetkililere para harcama (fonların elden ele, geriye hiçbir şey kalmayıncaya kadar yağmalanması anlamına gelmez) ve daha fazla borçlanmayı teşvik edecek kadar düşük faiz oranlarıyla ekonomiyi canlandırmaya devam etmeleri için neredeyse sürekli bir baskı oluşturdu. Böylece borçlular, ülkelerinin ekonomik durumunun istikrarlı olduğuna inandırılıyor.

Seçenekler

The Conversation’a göre, Türkiye ya IMF gibi uluslararası kuruluşlardan borç alarak daha fazla döviz elde edebilir ya da faiz oranlarını yükseltebilir (Erdoğan’ın başından beri reddettiği bir seçenek).

Borçlanma seçeneği, Bakurê Kürdistan ve Türkiye halkına Türkiye ekonomisinin o kadar büyük olduğu ve artık IMF yardımına ihtiyaç duyan bir ülke olmadığı için övünen AKP rejimi için tam bir utanç kaynağı.

Hatta Kasım 2019’da saray palyaçosu Erdoğan halka “IMF bizden 5 milyar dolar borç istedi. Arkadaşlara vermelerini söyledim. Sonra bu Türklerin ne kadar çılgın olduklarına baktılar ve almamaya karar verdiler. ”

Diğer seçenek, döviz çıkışlarını önlemek için sermaye kontrollerini benimsemek, bir tür garanti, böylece ülkenin tüm değerli varlıklarının kaybolmaması. Erdoğan ve onun yarı akıllı damadının (aynı zamanda Ekonomi Bakanı) izlemeye karar verdiği politika budur. Yine, iktidarda kalabilmek için faşist ikili, ekonominin durumu hakkında şeffaf olmak yerine, toplumu boyun eğdirmek için her zamanki ‘korku’ kartlarını kullanıyor.

Türkiye İçişleri Bakanlığı, 32 ilin valilerine bildiriler göndererek, PKK’nin ekonomiyi etkilemek için kötü niyetle büyük miktarda döviz bozacağını ve yerel halkın tüm büyük döviz kurlarını polise bildirmesi gerektiğini belirtti.

Aynı bildirimde İçişleri Bakanlığı da temel ihtiyaçlara yönelik bir ambargoya atıfta bulundu.

1990’ların gıda ambargosunu anımsatan bir uygulamanın hayata geçirileceğine işaret etti. Bildirim, aşağıdaki ifadelerle korku yaratmaya devam etti:

“Örgüt üyelerine (PKK) yapılabilecek lojistik ikmal faaliyetlerine karşı başta pikap, kamyonet, minibüs olmak üzere şüpheli araçların detaylı araştırılması yapılacak; malzeme, canlı malzeme, piknik / mutfak gaz tüpleri vb. taşıyan araçların kontrolüne odaklanmak; köy, tarla ve yan yollarda devriye sayısının artırılması yapılacaktır. ”

Türk devletinin bildiği gibi PKK gerillaları lojistik ihtiyaçlarını süpermarketlerden karşılamıyor. Gerçekte, düşük düzeydeki hükümet, güç kaybetmeden gizli bir gıda payı dayatmanın temellerini oluşturuyor.

Borçların birikmesi nedeniyle ithalat gücü düşük olduğundan, ekonomik kriz dönemlerinde gıda kısıtlaması uygulanmaktadır. Bu, mallar için ödeme yapabilmek için, mevcut ürünlerin fonlar artırılıncaya kadar daha uzun süre muhafaza edilmesi gerektiği anlamına gelir. Bu, sorunu daha da ertelemek için bir stratejiden çok bir taktiktir.

Yine de faşist Erdoğan rejiminin yiyecek satın alan insanları terör suçlamasıyla  hapse attırması bizlere şaşırtıcı gelmeyecektir.

Firaz Dağ / NC